15 49.0138 8.38624 arrow 0 none 0 4000 0 horizontal https://koraysaridogan.com 300 0 1
theme-sticky-logo-alt

Eylül romantizmi ülkenin kalanında erken başladı. Belki biraz da sosyal medya aceleciliğinden… 

Alanya’da gündüzleri hâlâ kırk derece eşiğine yakın, geceleri ayıp olmasın diye azıcık esiyor gibi. Geçen kışın, hesapta on sekiz ama işlevde onlarcaymış etkisi yaratan gününü Bayburt’ta karda sürünerek geçirdiğimden beri yaz sıcağıyla, yazın evin dışındaki hayatla barıştım sanırım. İlk kez bir yaz bu kadar sık dışarı çıkıyor, koşu yapıyor, yüzüyor, bisiklete biniyorum. Arkadaşlarımla “İşim var yea…” demeden daha sık buluşabiliyor üstelik eve bile davet edebiliyorum -Bunda Çağla’nın misafir severliğinin ve sosyalliğinin payını yadsıyamam tabii. Öğle sıcağında şikâyet etmeden balkonda kitap okuyorum mesela, hatta havuz başında çığlık atan çocuklara daha az bağırıyorum. Bu iyi… 

Öte yandan, bu yaz nedense herkes ve her şey ölmüş gibi geliyor bazen… Zaman öldü, günler öldü, en yakınımızdakilerle birlikte içimizden, derinlerimizden bir şeyler öldü. Bir ay önce gönderdiğim son bültende Elçin’i henüz kaybetmişiz; oysa üzerinden asırlar geçmiş gibi. Unuttuğumuzdan veya acının silikleşmesinden değil, aksine, katmerlenmesinden. Elçin’in gidişini idrak edemeden, önce elinde büyüdüğüm, annem gibi sevdiğim Gülsen Ablamı, sonra da henüz  birkaç yıldır tanıştığımız ama başka âlemlerden zaten tanışık ruhların o nadir ve müthiş yol kesişimi sayesinde az zamanda birbirimizi çok sevdiğimiz Özlem Hocamızı kaybettik.

Böyle zamanlarda insan, acıyı sağaltmak ve inkârı zayıflatmak için farklı şeylere sarılıyor: Gidenin anısına, en azından acılarının dinmiş olmasına, bıraktığı iyi şeylere… Bazen de fizik ötesi şeyler uydurmak istiyor. Bazen “Bu yıl gidenler hep özel insanlardı,” gibi geliyor mesela, “Bir devir kapanıyor, ruhâni âlem bizden bir şeyler istiyor. Belki de hak etmediğimiz şeyleri… Bunca çılgınlık ve kötülükle aynı fasit dairede bulunmaması gerekenleri…” Kim bilir…

Dayım, birkaç yılda bir kaderinin çıkmaz sokaklarına denk geldiğine inanır. Bir gün ilahi bir gizemi çözmüş gibi, “Yedi senede bir başa dönüyorum yeğenim,” demişti, “Her yedi senede işsiz ve parasız kalıyorum. Bir yerden kırılacak bu ama tutup çekeceğim yeri bir türlü bulamıyorum. Bir dahakine kesin bulacağım ama…” Bu mantığın daha karmaşık bir halini at yarışlarına da uygulamıştı: Onlarca yıllık at yarışı kayıtlarındaki kazanan numaraları bir araya getiriyor, atların soyağacıyla birleştirip bir yerlerde olduğuna inandığı formülü arıyordu. Dayımın feleğin tekerine çomak sokma çabası hâlâ sürüyor. 

2010’du, kadim dostum Fatih’le bindiğimiz taksi Kartal sahil yolunda ters yöne girmiş, karşıdan gelen araçlar bize çarpmadan birkaç saniye önce şoför direksiyonu kırmayı neyse ki başarmıştı. Fatih, ön camın buğusuna bana göstererek bir çentik attı. Oysa kozmik şakacı pes etmemişti; sonraki iki gün içinde iki kaza daha geçirdim. Biri yine Fatih’le bir motor kazasıydı, tekerin kaydığını anladığımda Fatih’i tutup kendime çekmiştim de maket gibi savrulan motordan kurtulmuştum. Diğeri de babamla, öndeki arabaya bindirmiştik bir ani fren hatası yüzünden. Çentiği üçlemiştim, dayımın mantığına göre sıramı savmış olmalıydım. Ama kendi  döngümün yeni turu ne zamandır, bilmiyorum.

En son yaklaştığım yer, fotoğraftaki yoldu. Birkaç ay önce, bisikletle gittiğim en uzak mesafeden hep döndüğüm o yerde durup, “Neden sürekli ucuna gelip yapmıyorum ki?” diye düşündüm. Bunu, hayatımın tamamıyla ilgili bilge bir metafor sanmıştım. Oysa altı üstü bir tarafı uçurum olan bir otoban virajından bisikletle geçecektim. Bu fotoğrafı çektikten birkaç saniye sonra, şehirlerarası kamyonların rüzgârıyla savruldum ve zar zor durup bisikletten inmeyi akıl ettim. O sırada uçurumla göz gözeydim. Nietzsche haklıydı, uzun süre bir uçuruma baktığınızda uçurum da size bakıyordu. Şansım yaver gitti, düşmedim ama yolu geçmeyi ve geri dönmeyi başardım.

Oysa kaybettiklerimiz benim kadar şanslı değildi. Oyun da değildi onlarınki. Çok genç yaşta benzer hastalıklara yakalanmışlar ve o büyülü ışıklarını da alıp gitmişlerdi. Sınavları, bir uçurumu bisikletle geçmekten daha zordu. Sevdiklerini kaybetmenin, hâlâ yaşıyor olmana sevinememek gibi çok keskin bir tarafı var…    

Birkaç bin yılda bir gökten inen tanrılar gibi, bir sonraki fırsatı beklerken birileri gidiyor elimizden.  Belki de gerçekten, düşüş dediğimiz şey doğumla başlıyor.
Belki de The Crow filminin o efsanevi repliği gibidir mevzunun özeti: “Kurbanlar… hepimiz değil miyiz?”

**

Durum malum… Hem arka arkaya gelen kötü haberlerden hem de yas tutarken devam etmesi gereken işlerden ihmal ettim burayı. Bu sayıdan itibaren bir değişikliğe gidiyoruz. Güncele ve işlerime dair “Şahsi ve Muhterem” ve benim günlüğüme, önerilerime dair “Güney Raporları” 15 günde bir burada yayınlanacak. Abonelere bildirimle birlikte her sayıda özel içerikler, mini atölyeler, interaktif içerikler gidecek. Daha fazla detay için aşağıdaki kutudan abone olmanız yeterli. 

Çok klişe biliyorum ama bu asırda hayatın kendisi klişe; son notum belli: Erteleme. 
Kimle konuşman gereken bir kitap varsa ara; kimin hatırını sorman gerekiyorsa sor.
Yürüme mesafesindeyse bile yarına kalmasın.

Ülkenin güneyinden sevgiler.
Burada olman güzel…

AJANDA

17 Eylül Perşembe saat 21.00’de, Kaosun Kalbi‘nin editörü sevgili Rukiye Şahin’in sizbiz.tv‘deki yayınına konuk olacağım. Beklerim.

OKUMACA

Şengül Boybaş’ın Küsurat Yayınları’ndan çıkan romanı Dünyanın Uyanışı‘nı okuyorum. Netflix’teki Atiye dizisinin bu kitaptan uyarlandığını hâlâ bilmeyenler var. Henüz dörtte biri bitti ama yine de kitaptan uyarlama fantastik dizilerimizdeki “kitabın daha iyi olması” durumunu bozmuyor.  

Dizinin 2. sezonunun çıkacağı 10 Eylül günü kitabın devam bölümünün de yayımlanacağını benden duymuş olun. 🙂

İZLEMECE

Korkunun yalnızca edebiyatını değil tarihini ve kültürünü de akademik altyapısıyla işleyen Son Gulyabani nâm Mehmet Berk Yaltırık, Twitch yayınlarına devam ediyor. Alışkanlık yaptığını belirteyim. Haftalık güncellenen programını Twitter hesabından ulaşabilirsiniz.

Ayrıca Gerisi Hikâye’nin canavar ekibi de her pazar 21.00’de korku temalı yayınlarını Twitch kanallarında sürdürüyor.

DİNLEMECE

“Rock kitabı yazan insansın, hiç mi utanma yok,” diyeceklere saygı duyuyorum ama henüz tanıştığım Martino’nun benim için klasman dışı albümüne âşık oldum maalesef… Türünün güncel cıvık örneklerinden sözleri ve hibrit altyapısıyla ayrılıyor. 

NEYMİŞ?

“20.yüzyıl veya postmodernleşme tarafından gerçekleştirilen muazzam anlam kıyımını ikinci bir devrim olarak kabul ediyor, varlığını onaylıyor, sorumluluğunu üzerime alıyor ve çözümlüyorum. Anlamla saldıranı, anlamla öldürürler.”

—Baudrillard, Simulakrlar ve Simülasyon

“Bir fikrim var ama yazmaya nasıl başlayacağımı bilmiyorum?” gibi sorulara küçük bir cevap tadında Yeraltı Kütüphanesi’nin yazım sürecini kaleme aldım. Bugün sadece abonelere giden bu yazıyı birkaç gün içinde bu blogda ve KalemKahveKlavye’nin atölye sitesinde okuyabileceksin.

KalemKahveKlavye için bir mini dosya hazırlıyorum: “Türkiye Dizi Tarihinde Kitap Uyarlamaları”

İlk Aşk-ı Memnû uyarlamasından son dönem polisiye, fantastik ve distopya ürünlerine, geniş bir inceleme, yorumlar ve özel röportajlar yer alacak. Bir sonraki sayıya dek yayınlamış olurum diye planlıyorum.

Buraya sizden sorular gelecek. Yaptığım işlere, kitaplara, yazılara, yazmaya, okumaya ve bilumum mevzulara dair her sayıda 2-3 soru cevaplayacağım. Bana koray@koraysaridogan.com adresinden ulaşabilirsin.

Pandemi durumu karantina sürecine döndüğünde yayınevlerinin nasıl etkilendiğine dair KalemKahveKlavye’de bir dosya hazırlamıştım. Vites düşüren ve zor durumda kalan yayınevleri, karantina sürecinde online satışların artmasından ne kadar faydalandılar derseniz, elbette yayınevine ve teknolojiyle entegrasyonuna göre değişti. Ama her durumda halihazırda iyi gitmeyen koşullara yenisi eklenmiş oldu. Birçok yayınevi yeni kitap planlarını bu aya ertelemiş ve fuar döneminin geri dönmesinden, tedirgin de olsa ümitvâr olmuşlardı.

Ne var ki kasım başında planlanan İstanbul Kitap Fuarı ve normalde mart ayında açılması gereken ancak iki kez ertelendikten sonra kasım sonuna tarihlendirilen İzmir Kitap Fuarı, bir kez daha ertelendi. Şu an için yapılan açıklama, yeni tarihlerin aralık ayında duyurulacağı yönünde. Bu da bize sadece yayıncılık sektörü için değil tüm alanlar için bir ipucu veriyor: Birçoğumuzun tahmin ettiği üzere tüm “normalleşme” planları 2021’e kalacak. Ve belki de yeni bir karantina dönemi söz konusu olacak. 

Şimdi yayınevlerinin tüm satış ve tanıtım kanalları olduğu gibi dijital dünyaya kaymış oldu. Zaten öyleydi ama geleneksel yollar da boş bırakılmıyordu. Söyleşilerin, duyuruların, satışların daha da dijitalleşeceği sürecin nasıl olacağını merak ediyorum ama elbette bildiğimiz haline, yüz yüze imza günlerine, sıcacık mekânlardaki söyleşilere, tüm handikaplarına rağmen fuar yoğunluklarına dönmeyi de çok istiyorum.

Üstelik bir yılda iki kitap çıkarmışken… 🙂 
Üstelik yıl bitmeden başka sürprizlere de hazırlanırken…
Acaba Güney Raporları’nda bahsettiğim “dayı döngüsü”nün bir başka versiyonu mu bu?

Öyle veya böyle; hem Kaosun Kalbi’ne hem Yeraltı Kütüphanesi’ne gelen yorumlar beni mutlu ediyor.
Bir çılgınlık halinde geçen son bir yılda beynimin sık sık süngerleşmesine değmiş diyorum. 
Güç veren herkese bir kez daha teşekkürler.

Kaosun Kalbi enfes bir tanıtım videosuna kavuştu. Tarık Kavraz’ın hazırladığı videoya kimliğini kazandıran parça için Tamer İşli’ye minnettarım!

Allianz Motto Müzik’te sevgili Zeynep Toker’in hazırlayıp sunduğu Bi’ Bakıp Çıkıcam’da yeraltı Kütüphanesi’ni anlattım.

Ağustos sayısının kapağında beni konuk eden Dedektif Dergi’ye ve dopdolu röportaj için, leziz siber-polisiye Altın Balık’ın yazarı Onur Okan’a teşekkürler!

Onur’la birbirimizi çok sevdiğimiz için bir de Olay Yeri Podcast’in konuğu oldum. Sorular güzel olunca cevaplar da kendiliğinden akıyor. Yazmakla ilgiliysen keyif alacağını düşünüyorum.

Şahsi ve Muhterem'in ilk kuralı...

...Şahsi ve Muhterem hakkında konuşmamak falan değil. Bu sayfayı, sayfadan pasajları, abonelik bağlantısını sosyal medya hesaplarında ve muhtelif mecralarda paylaşman beni mutlu eder. Ama paylaşmazsan da mutsuz etmiş olmazsın.

NEDİR?

Şahsi ve Muhterem, Koray Sarıdoğan’ın 15 günde bir hazırladığı şahsi ve edebi bir online mecmua. 

MUHTEVİYAT

Şahsi ve Muhterem’de;

  • Edebiyat ve kültür gündemine dair kısa haberler ve yorumlar.
  • Yazarın kitaplarına, çalışmalarına ve etkinliklerine dair notlar.

Güney Raporları’nda;

  • Ülkenin güneyinden, Koray’ın günlük hayatından, çalışma programından günlük tadında paylaşımlar.
  • Okuma, izleme, dinleme tavsiyeleri.

NEDEN ABONELİK?

Dört avantajı var:

  • Tamamen ücretsizdir.
  • Mecmua yayınlandığında e-postanız üzerinden bildirim alırsınız.
  • Yayınlanacak özel içerikleri herkesten önce siz okursunuz.
  • Mini atölyeler, yazma tavsiyeleri, röportajlar gibi yazarlık ve editörlük içeriklerine yalnızca siz ulaşırsınız. 
.

Koray Sarıdoğan  ·koray@koraysaridogan.com·
“Sanat şahsi ve muhteremdir” diyen
Fecr-i Âti’ye selamla…